GELECEKTE EĞİTİM


Bilgi ve teknoloji alanındaki gelişmeler hayatımızı kökten değiştirmeye başladı. Cep telefonsuz ya da bilgisayarsız bir hayat düşünebiliyor muyuz? İnternet olmadan kaç gün yaşayabiliyoruz?

Hepimiz cep telefonu ile ilk ne zaman tanıştığımızı hatırlayalım. Ya da internetin ilk yaygınlaştığı dönemlere doğru bir yolculuk yapalım. Bunlar hayatımıza ilk girdiğinde belki de şu anki fonksiyonlarını hiçbirimiz hayal bile edemiyorduk.

Bundan 10 sene önce Euro 2008 maçları oynanırken bir haber görmüştüm: “Bir sonraki şampiyonada futbolseverler maçları mobil cihazlarından takip edebilecekler.” Teknoloji ile içli dışlı olmama rağmen, itiraf etmeliyim ki çok ihtimal vermemiştim. Ancak geldiğimiz süreçte lig maçlarını şu an kendi mobil cihazımdan rahatlıkla seyredebiliyorum, üstelik de en kaliteli görüntülerle.

Çok değil, 50 sene önce böyle bir teknolojiden bahseden kişi sanırım “uçmuş”, “delirmiş”, “hayalperest”, “kırk altılık” gibi ifadelerle karşılaşırdı. Aslında bugün yaptığımız şey de geleceğe dair bir şeyler söylemek. Ancak bugünün o zamanlardan farkı şudur; biz değişimi doğrudan tecrübe ettiğimiz için bu tür fütüristtik yaklaşımlara çok şaşırmıyoruz.  Çünkü hayatımızda Reha Muhtar’ın deyimiyle, “gün geçmiyor ki bir gelişme daha yaşanmasın.”

Sürekli gelişen bir çağda yaşıyoruz. Geçmişe baktığımızda değişimin bu kadar hızlı olduğu bir çağa pek rastlamamız mümkün değil. Sanayileşme alanından örnek verecek olursak, bugün “Endüstri 4.0” kavramından bahsediyoruz. Bu endüstri alanındaki dördüncü devrimi ifade eden bir kavramdır. Peki ilk devrim yaşanana kadar ne kadar süre geçti, biliyor muyuz? İnsanlık tarihinin başlangıcından 17. ve 18. yy’a kadar bir süreden bahsetmemiz mümkün. Buhar makinesinin bulunması ile birlikte sanayileşme hareketi başladı. Daha sonra elektrik keşfedildi ve seri imalat yoğunlaşmaya başladı. Biz bunu ikinci devrim olarak adlandırıyoruz. Üçüncü devrim ise bilişim teknolojisindeki gelişmeler ile daha farklı çözümlere kapı araladı. Geldiğimiz noktada ise dijital sistemlerle önceden 3-5 makinenin yaptığı işi daha ergonomik bir şekilde tek bir makine yapmaya başladı. Biz buna “Endüstri 4.0” diyoruz. Asıl ilginç olan nokta şudur ki; insanlık bu sektörde ikinci devrime 200 yıllık bir süre içerisinde erişirken üçüncü devrime daha üzerinden 100 yıl geçmemişken kavuştu. Şimdi ise 40-50 yıl bile olmamışken kendimizi toplumsal ve teknolojik bir dönüşümün ortasında bulduk. Bu gidişle yakın gelecekte yeni bir dönüşümün yaşanacağını söylemek zor olmasa gerek.


Bugün 21. yy’ın dünyamıza kazandırdığı yeni teknolojiler her gün her yerde hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Bu değişimden en fazla fayda sağlayacak alanlardan birisi şüphesiz eğitimdir. Ama biraz düşünmemiz lazım: bizden önceki kuşaklar nasıl öğreniyorlardı? Bu sorunun cevabını verirken çok da zorlanmayacağınızı düşünüyorum. Çünkü geçmişteki öğrenme faaliyetleri ile günümüzdeki öğrenme faaliyetleri arasında, en azından ülkemiz açısından çok da bir fark yok. Belki kara tahtanın yerini beyaz tahta aldı, belki onun yerini de akıllı tahtalar aldı. Ama hala bir öğretmen ders anlatıyor, öğrenciler not tutuyor, anlasalar da anlamasalar da bir şekilde sınava girerek sınıf geçiyorlar.


Peki bu böyle mi devam edecek? Gelecekte de öğrenme sistemi bu şekilde mi olacak? Aslında bu sorulara cevap aramak, gelecekte eğitim ve öğrenme faaliyetlerini şekillendirmemiz açısından son derece önemlidir. Zira eğitim, geleceğe dair planlar yapan toplumların en önemli alanıdır.

Aslında bu soruya net bir cevap vermek mümkün değil. Nitekim yarın ne olacağını öngöremediğimiz bir çağda yaşıyoruz. Bizi gelecekte neler bekliyor, kestiremiyoruz. Ancak hali hazırdaki tecrübelerimizle tahmin yürütüyoruz.


Geleceğe dair konuşmadan önce birkaç hususu dile getirmek istiyorum. Şayet biz gelecekte eğitimi kurgulayacaksak, öncelikle geçmişi konuşmamız gerekiyor. Zira biz geleneği olan bir toplumuz. Bu nedenle maziden bağımsız bir doktrin ortaya koymaya çalışırsak bu bizim kodlarımızla uyumsuz bir tasarlama olacaktır.

Ben geleneği klasik tanımda olduğu gibi “kuşaktan kuşağa aktarılan, kültürel bir takım kalıntılar” olarak tanımlamıyorum. Nitekim gelenek, toplumda her neslin birbiri ile bağlantı kurmasıyla yürüyen bir tekâmül sürecidir. “Her değişikliğin iyilik işareti olduğunu taşımak, acayip bir düşünce ve gaflettir. Çünkü gerileme ve çöküşlerde örf ve adetlerin değişmesinin büyük rolü vardır.” der, Said Halim Paşa. Bu nedenle bizim gibi kökleri olan bir toplumun gelecek inşasında geleneğinden ve geçmişinden beslenmesi gerekmektedir.


Eğitim başlığını konuşuyoruz. Geleceğe dair perspektif oluşturma iddiası ile burada oturuyoruz. Bu nedenle, geçmişimizde eğitim faaliyetleri nasıl gerçekleştiriliyordu? İslam’ın ilk yıllarından itibaren, Fuat Sezgin’in ifadesi ile 800 yıl boyunca bizler bilimler tarihinde nasıl ayrıcalıklı bir yer edinmişiz? Bu soruların cevabını aramamız gerekiyor.

Burada bir hususu daha dile getirmek istiyorum. Halihazırda uygulanan eğitim metodu “geleneksel eğitim” olarak adlandırılıyor. Bu ifade yerine “klasik eğitim metodu” ifadesini tercih ediyorum. Çünkü bu ifade benim gelenek tanımıma uymuyor.

Klasik Eğitim Metodu

Peki neden geleceğe dair yeni bir eğitim modeli arayışı içerisindeyiz? Eski metodun nesi var?

·                 Klasik öğretim modelinde dersin akışına, öğrencilerin nasıl yönlendirileceğine ve değerlendirmenin neye göre yapılacağına öğretmen karar verir.

·                 Klasik öğretim modelinde öğrenci boş bir levha olarak görülür. Bu nedenle öğretmen tarafından aktarılan bilginin, öğrenci tarafından aktarıldığı şekliyle bilinmesi gerekir.

·                 Öğrencinin görevi öğretilmeyi beklemek ve öğretileni almak, öğrencinin görevi ise gerekli bilgileri öğrencilere seviyelerine uygun bir şekilde iletmektir.

·                 Öğrencilerin kendilerine aktarılan hazır bilgileri sorgulamadan aynen kabul ettiği, yorumun, kişisel görüşlerin ve yaratıcı düşüncelerin çokça yer almadığı öğretim yöntemleri hakimdir.

·                 Öğrenciler arasındaki bireysel farklılıklar ve öğrencilerin öğrenme ihtiyaçları dikkate alınmaz.

·                 Ders kitaplarına aşırı bağımlılık vardır.

·                 Öğrenciler araştırılmaya teşvik edilmez, bilgiye ulaşmak için çaba sarf etmez.

·                 Değerlendirme aşamasında öğrenciler kendilerine aktarılan bilgileri yorumsuz bir şekilde geri iletirler.

·                 Sınıf içi etkileşim ve bilgi alışverişi çok sınırlı ölçüdedir.

·                 Öğrenci ezberlemeye yönlendirilir.

·                 Pasif bir dinleyici olarak derse katılan öğrencinin motivasyonunu sağlamak, derse ilgisini çekmek, dikkatini uzun süre sağlamak oldukça zordur.

Görüldüğü gibi, bu anlatılanları duyan herkes rahatlıkla şunu söyleyebilir: Bu model geçmişte bir ihtiyaç olsa da, gelişen ve globalleşen dünyanın hızına ve yeniliklerine uygun bir eğitim sistemine ihtiyacımız var.

Biraz da geleceğe dair konuşalım. Geleceğe dair konuşmak, geçmişe dair konuşmaktan çok daha kolaydır.

GELECEĞİN OKUL MİMARİSİ


Gelecekte Okul Olacak mı?

Yaşadığımız çağdaki gelişmeler aklımıza şu soruyu getiriyor: “Acaba bu kadar yeniliğin içerisinde, eğitim alanında okullara ihtiyaç kalacak mı?” Nitekim artık öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, birey istediği zaman istediği bilgiye tek tıkla ulaşabiliyor. Bu soruya cevap bulmak çok zor. Ancak şunu ifade edelim, gelecekte okul olacaksa bile en azından bu şekliyle olmayacak.


Geleceğin Okul Mimarisi

Günümüzdeki okul mimarisinin en büyük problemi maalesef eğitimi odağına almamasıdır. Nitekim yeni yapılan okullara baktığımızda sınıf düzeni dışında eğitime dair bir ögeye rastlamamız mümkün olmuyor.

Çocukların kendini başkaları ile birlikte yeniden keşfedebileceği, kendileri olup beceri ve ilgi dünyasını geliştirebileceği, keşfe ve farklı kullanımlara izin veren ortamlar üretmek, geleceğin okul mimarisindeki en önemli hedeflerden biri olmalı.

Teknoloji entegrasyonunun gerçekleşmiş olduğu, tamamı ile öğrenmeye dayalı ve aynı zamanda çocuk dostu bir mimari felsefeye ihtiyacımız var. Bunun örnekleri dünyada uygulanıyor. Belki klasik olacak ama Finlandiya’da bulunan bir okulu model olarak sunmak istiyorum.


Çocuk psikologları, eğitime yönelik yaklaşımımızı değiştirmenin çocukların okuldan nefret etmek yerine okulu sevmesini sağlayacağını iddia ediyor. Hem de uzun zamandır. Okuldaki sıralarına oturmak ve sırtlarında okul çantalarıyla derse girmek için sabırsızlanan anaokulu çocuklarını hepimiz biliriz. Hatta muhtemelen okul başlamadan önce bir zamanlar kendi yaşadığımız heyecan duygusunu bile hatırlarız. Ama okulun daha ilk gününden itibaren çocukların çoğu, karşılaştıkları şeyler karşısında büyük bir hayak kırıklığı duygusu yaşar.

Finlandiya’nın Espoo şehrindeki Saunalahti Okulunda bu sorunun üstesinden gelmek için muhteşem bir çözüm bulunmuş. Okul binasının kendisinden başlayarak gördüğünüz her şey size asla bir okulu hatırlatmıyor. Burası daha çok bir modern sanatlar müzesi gibi. Çok güzel ışık alan, inanılmaz ferah bir yer. Binayı hayata geçiren VERSTAS mimarlık, hiçbirimizin dayanamadığı o bildik “asık suratlı” devlet okulu tasarımının tamamen dışına çıkmış.


10,500 kilometrekarelik alanda, bir ilkokul, bir ortaokul, bir anaokulu, bir gençlik kulübü, tiyatro, yemekhane, kütüphane, jimnastik salonu ve daha pek çok şey bulunuyor. Eğitim çok rahat bir atmosferde gerçekleşiyor: Çocukların istedikleri her yerde ve istedikleri her pozisyonda oturmalarına izin veriliyor ve hatta sınıfta aralarında konuşmaları teşvik bile ediliyor.

Binanın iç mekanlarının ve dış cephesinin dekorasyonu için mimarlar, sıcak ve rahat bir atmosfer yaratmayı sağlayan doğal malzemeler kullanmış. Dış cephedeki tuğla duvar, öğrencilerin öğrenmesini teşvik etmek için farklı inşaat yöntemleri ve gelişigüzel şablonlar kullanılarak yapılmış. Çocukların oyun oynadığı ve dinlendiği alanlarda (giriş salonunda ve merdivenlerde) duvarlar parlak renklerle boyanmış. Her sınıfın farklı renk bir koridoru bulunduğu için binada kaybolmak imkansız.


Okulun açık alanları, iç koridorlarla ve her yaş grubuna sağlanan alanlarla dikkatli bir şekilde birbirine bağlanmış. Okulun tüm alanları, aynı zamanda birbiriyle bağlantılı bir bütünün parçalarını oluşturuyor. Tasarımcılar, herhangi bir tel örgünün ya da çitin, çocukları sınırlandırmalara karşı isyan etmeye teşvik edeceğine inanıyor, bu yüzden tüm alan açık. Etrafta kameralar var ancak genel olarak güvenlik önlemleri hiç fark edilmeyecek şekilde düzenlenmiş.

Okulun sokağa bakan büyük pencereleri, dış dünya ile bir bağ kurma duygusu veriyor insana. Çocukların oturmaları için tasarlanan yerler camların hemen yanında yer alıyor. Böylece çocuklar kendilerini dört duvar arasına hapsedilmiş hissetmiyor.

GELECEKTE SINIF

Artırılmış Sanal Gerçeklik

Bu ve benzeri cihazlar daha da yaygınlaşıp, ekonomik olarak daha uygun hale geldiğinde sınıflarda çok değişik şekillerde kullanılabilir. Buna en önemli örnek olarak sanal turlar gösterilebilir. Örneğin öğrenciler Fen Bilgisi dersinde şu an yerden 300 km yükseklikte bulunan Uluslararası Uzay İstasyonu’na bir sanal geziye çıkabilir. Normalde gitmeleri, görmeleri veya deneyimlemeleri mümkün olmayan yerleri sınıfta yakından görebilirler. Bunun yanı sıra sınıfa getirilmesi mümkün olmayan çeşitli araç gereç, eşya vb. şeyi üç boyutlu olarak bu teknolojiler sayesinde görebilirler. Buna benzer çalışmalar Avrupa'da bazı okullarda başladı ve yakın gelecekte daha da artacak.


3D Baskı

Mühendislik fakültelerinden meslek liselerine kadar teknik içerikli tüm okullarda 3D yazıcılardan çok büyük fayda sağlanabilir. Bilgisayarda yapılacak tasarımların 3D yazıcıdan çıkan prototipleri test amaçlı kullanılabilir. Sadece yüksek öğrenimde değil anaokullarında bile 3D yazıcılar kullanılmaya başlandı. Çocuklar LEGO ile oynamak yerine bilgisayar üzerinde basit tasarımlar yapıp kendi oyuncaklarını 3D yazıcıdan çıkarabiliyor. Microsoft 3D Builder ile çocukların kendi oyuncaklarını tasarlayabilmeleri için tasarımcı olmalarına gerek yok. Öğretmenlerinden biraz yardım alsalar yeterli. Yakın gelecekte tüm dünyada okullarda daha yaygın hale gelecek 3D yazıcıların öğrencilerin yaratıcılığını körükleyeceği kesin.

Bunun yanı sıra öğretmenler de anlatması zor olan teorik konseptleri, karmaşık modeller bastırarak anlatabilecekler. Örneğin moleküler yapılar gibi konuları tahtaya çizmek yerine 3D yazıcıdan çıkararak daha anlaşılabilir hale getirebilmek mümkün.


Bulut Bilişim

Her bir öğrencinin kendine ait bir bilgisayarının olduğu bir ortam düşünün. Her öğrenci kendine ait hesapla giriş yapıp dersleri, sınavları, devamsızlığı ve birçok diğer şeyi bu bilgisayardan takip edecek. Ödevlerini bu hesaba yükleyecek, projelerini burada paylaşacak. Eve gittiğinde ise bulut ortamına bağlı bu hesabına başka bir bilgisayardan ya da tabletten, akıllı telefondan erişebilecek. Bu sistem hali hazırda EBA ile uygulanıyor.



Bükülebilir ve Katlanabilir Ekran

Günümüz eğitiminde kalem ve kağıt olmazsa olmazdır. Ancak ilerleyen süreçte, öğrencilerin defter ve kitap olarak kullanabilecekleri bükülebilir ve katlanabilir ekranların olması ihtimal dahilinde gözüküyor. Böylelikle kağıt israfının da önüne geçilmesi hedefleniyor.

Biyometrik Teknoloji

. Öğrencinin nefes alışverişini, yüz ifadelerini ve hatta yazı yazma hızını ölçebilen; bu sayede öğrencilerin derslere veya eğitim ortamına nasıl tepki verdiğini öğretmene bildirebilen bir biyometrik teknoloji hayal edin.

Çoklu Dokunmatik Kontrole Sahip Yüzeyler

Öğrencilerin, dünyanın herhangi bir yerindeki bir başka öğrenci ile işbirliği yapabildiği, önlerindeki sanal objeleri birlikte değiştirebildiği bir etüt odası düşünün. Masanın üzerinde tek bir basit kaydırma hareketiyle önlerine akacak videolar, sanal araçlar ve milyonlarca online kaynak… 




EĞİTİMDE YAPAY ZEKA

Yapay Zeka şu gelişmelerden sonra dikkatlerimizi çekmeye başladı:

·                 Yapay zeka terimini ilk defa 1956 yılında “Dartmouth Konferansı”nda Prof. John McCarty kullandı.

·                 IBM’in geliştirdiği Deep Blue adlı bilgisayarın 1997’de dünya satranç şampiyonu Garry Kasparov’u yenmesi insanların yapay zekaya bakışını değiştiren önemli olaylardan biri oldu.

·                 Yine 2011’de IBM’in tasarladığı Watson isimli yapay zeka “Ben Bilirim” adlı bir televizyon programında rakiplerini yenmesi yapay zekanın matematiksel olmayan alanlarda da insanları yenebileceğinin sinyaliydi.

·                 2016’daysa Google Deepminde dünya go şampiyonunu yenince yapay zekanın satrançtan daha karmaşık oyunlarda da başarılı olabileceği görüldü.

Peki nedir bu Yapay Zeka?

·                 Yıllar boyunca kullanılmış bir kavram olmasına rağmen ifade ettiği anlam teknolojik gelişmelerle birlikte değişiklik göstermiştir.

·                 Yapay zeka dünyayı değiştiriyor. Birkaç yıl içinde kullandığımız hemen hemen her teknoloji kıyısından köşesinden de olsa yapay zekaya bulaşmış olacak. 2012’den bu yana yapay zeka konusunda 15 milyar doların üzerinde yatırım yapıldı ve hemen hemen her sektörde yapay zeka konusunda ciddi çalışmalar yapılıyor.

·                 Yapay zekayı mevcut yazılımları daha akıllı hale getiren bir ilaç gibi düşünebiliriz. Yapay zeka yazılımların yeteneklerini arttırır ve maliyetlerini düşürür. Belirli bir alanda tahmin yapmayı kolaylaştırır, makinelerin hareketlerini daha güvenli ve verimli hale getirir.

Yapay Zeka ile ilgili görüşler

·                 “Güçlü yapay zeka ırkının geliştirilmesi insan ırkının sonunu getirebilir.” Stephan Hawking

·                 “Yapay zeka insanlık için varoluşsal bir tehdittir, insanların bunun farkında olduğunu zannetmiyorum. Alarm zillerini çalmaya devam ediyorum, çünkü bu insanlara o kadar uçuk geliyor ki eğer sokakta robotların insanları öldürdüğünü görmezlerse bir şey yapmayacaklar.” Elon Musk

·                 “Gerekli önlemler alınmadan insandan daha üstün bir yapay zeka icat edilirse insan türünün kısa bir zamanda yok olacağı kesindir.” Michael Vassar (Gelecek Bilimci)


GELECEKTE ÖĞRENCİ

John Dewey der ki: “Bugünün çocuklarını, dünün yöntemleri ile eğitirsek, yarınlarından çalarız.” Bu sözden yola çıkarak, öğrencilerimize 21. yüzyıla ait bir takım becerileri kazandırmamız gerektiğini düşünüyorum. Evet, öğrencilere temel dersleri elbette öğretmeye devam edeceğiz. Ancak onlara 21. yüzyıl becerilerini de öğretmek zorundayız. Gelecekte eğer “donanımlı öğrenci tanımı nedir” diye sorarsanız, ben “21. yüzyıl becerilerine sahip olan bireyler” şeklinde cevap veririm. Şunu belirtelim ki, içinde bulunduğumuz yüzyılın henüz başlarındayız. Gelecekte yapacakları işlerin henüz büyük bir kısmı daha icat edilmedi. Ama 21. Yüzyıl yetkinliklerine sahip olan bir öğrenci, geleceğin dünyasında daha başarılı bir birey olabilir. Peki nedir bu 21. yüzyıl becerileri:

Yaratıcılık ve İnavosyan

İnovasyon yeni bir fikir ortaya koymak veya var olan bir fikri daha da geliştirmektir. İnovasyonda temel nokta, klasikleşmiş kalıplardan kurtulmaktır. Özgün, yenilikçi ve sade olmaktır. Söz gelimi eskiden bilgisayarlar ayrıi takvim ayrı, telefon ayrı, fotoğraf makinesi ayrı iken şimdi tek bir telefonda hepsi var. Biz buna hiper-bütünleşik sistem diyoruz. Hiper-bütünleşik, her şeyi tek bir noktadan yönetmektir. Tüm bu karışıklıkların yönetimi kolaylaşıyor. Altyapı sadeleşiyor.

Eğer biz yaratıcılık ve inovasyon becerilerine sahip öğrenciler yetiştirirsek, aynı zamanda geleceğin dünyasında söz söyleyecek veya iz bırakacak bireyler yetiştirmiş oluruz.

İşbirlikçi Yönetim ve Liderlik

Eğer, 21. yüzyılın dünyasında kendimize yer arıyorsak, vizyon sahibi, saygın, kazanmaya odaklı, inovatif, gelişime açık, risk alan, sorumluluk sahibi, başkaları ile takım çalışması yapabilen ve insani değerleri ile ön plana çıkan liderlere ihtiyacımız var.

İletişim

İletişimsizlik, günümüzdeki çocukların en büyük problemlerinden birisidir. İletişim çağında yaşıyor olmamıza rağmen kişiler ve kurumlar arasında ciddi iletişim problemleri yaşıyoruz. Halbuki siyasi iktidar olmak istiyorsanız, mal satmak istiyorsanız, çözüm üretmek istiyorsanız iletişiminiz güçlü olmalıdır.

Ayrıca, artık küreselleşen bir dünyada yaşıyor. Dünyamız artık bir köy kadar küçük bir hal aldı. Başkası ile iletişim kurabilmenin en önemli yollarından biri dil öğrenmektir. Fuat Sezgin bu konuda bizim için ciddi bir örnektir.

Dijital Okuryazarlık

Dijital okuryazarlık interneti nasıl kullandığımız ile alakalı bir kavramdır. İnternet, artık evlerimizdeki kütüphane haline geldi. Kafamıza takılan bir sorunun cevabını internetten birkaç manevra ile hemen alabiliyoruz. Ancak böylesine geniş bir ortamda doğru bilgiye ulaşmak ve doğru bilgi üretmek önemli bir meseledir. Bunun için, bilgi çağında dijital okuryazarlık becerisine sahip öğrenciler yetiştirmek zorundayız.

Eleştirel Düşünebilme ve Problem Çözebilmek

Klasik eğitim modelinin en büyük problemlerinden biri eleştiriye açık olmayan bir öğrenme pratiği olmasıdır. Eleştiri kulağa negatif bir kavram olarak geliyor olsa da birçok sorunun çözümünde önemli bir rol oynar. Bilgi kirliliğinin had safhada olduğu çağımızda eleştirel bakış açıları bizi doğru yere kanalize edecektir. 

Büyük Veriyi Görebilme

Sorunlarımıza parçacı değil bütüncül bir yaklaşım tarzı ile yaklaşmamız gerekmektedir.

Hayat Boyu Öğrenme ve Kişisel Yönetim

Her geçen gün yeni gelişmelerin yaşandığı çağımızda kendini güncellemeyen bireylerin yenilenen şartlara ayak uydurması oldukça zordur. Bu nedenle eğitimin ve öğrenmenin anne karnından son nefesimizi vereceğimiz ana kadar sürdüğünün farkında olarak alıcıları her zaman açık bireyler yetiştirmek durumundayız.

Ayrıca kendi öz disiplinini sağlayamayan ve kendine hükmedemeyen bir bireyin makinelere, teknolojiye ve çağa hükmedebilmesi beklenemez.

Sosyal Sorumluluk, Kültürel, Evrensel ve Çevresel Farkındalık

Dünya her geçen gün teknolojik alanda ilerleme kaydederken, her gün kaybetmeye devam ettiğimiz bir şey var: insanlığımız. Bireysellik, kültürel enformasyon, doğayla savaş içinde olmamız… Bunların hiçbiri insani değerlerle örtüşen şeyler değil… Buna dur diyebilmek bizim elimizde.. Dünyayı değiştirmenin bizim elimizde olduğunu öğrencilerimize anlatabilmemiz lazım…


Peki Ne Olacak Bu Eğitimin Hali?

Geleceği konuşurken, daima bir endişe ile hareket ediyoruz. “Ne olacak bu eğitimin hali?” sorusu sanırım her platformun sabit gündem maddelerinden birisidir. Aslında bu soru insanlık tarihinin başından beri sorulan bir sorudur. Bu soru ile birlikte sorduğumuz bir diğer soru ise “Gençlik nereye gidiyor?” şeklinde oluyor. Bu iki sorunun bir arada kullanılmasının aslında sebebi bizim eğitimden ne anladığımızla yakından alakalıdır. Çünkü biz eğitimin sadece okulla karşılanacağını düşünüyoruz. Halbuki okul eğitim sürecinin sadece bir parçasıdır, bütünü değildir. Bu nedenle biz eğitim alanındaki problemleri konuşurken kendimizden ziyade hep geleceğimiz için endişeleniyoruz. Bu nedenle eğitimin, insanın yaşamının ilk evresinden başlayıp hayatının sonuna kadar devam eden bir süreç olduğunun farkına varmamız gerekiyor.





 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KLASİK DÖNEMDE MÂTURÎDÎ ve EŞ‘ARÎ KELAMCILARINDA YÖNTEM

Netflix'te Fasih Arapça Çizgi Film Önerileri

SOCIAL DILEMMA - SOSYAL İKİLEM BELGESELİNDEN NOTLAR (BELGESEL ÖNERİSİ)