KLASİK DÖNEMDE MÂTURÎDÎ ve EŞ‘ARÎ KELAMCILARINDA YÖNTEM

KLASİK DÖNEMDE MÂTURÎDÎ ve EŞ‘ARÎ KELAMCILARINDA YÖNTEM

GİRİŞ

Kelam ilminin tarihi gelişimi klasik olarak Mütekaddimun ve Müteahhirun olarak iki kısma ayrılmaktadır. Klasik Kelami faaliyetlerin belirleyici olduğu Gazzali (ö. 505/1111) öncesi yani ilk dönem Ehl-i Sünnet kelamına Mütekaddimun dönemi, Mantık ve Felsefenin Kelama dâhil edildiği Gazzali ve sonrası döneme ise Müteahhirun dönemi denmektedir.[1] Kelamcıların Mütekaddimun dönemi, Eş‘ariler’de Gazzali ile Maturidilerde ise Ebû Mûin en-Nesefî ile sona ermektedir. İlk dönem alimlerine göre Kelâm, Allah’ın zatını mebde‘ ve meâda ilişkin sıfat ve fiilleri bakımından, İslami ilkelere göre konu edinen ilimdir. Son dönem bilginlerine göre ise Kelâm, ma‘lûmun hallerini dini inançların yakînî delillerden çıkarılmasına vesile olması bakımından konu edinen bir ilimdir.[2] Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere, Mütekaddimun kelamının en belirgin özelliği, klasik mantık ve felsefeden uzak durarak son tahlilde özü Kur'an'da bulunan bir akılcılıkla İslami ilkeleri temellendirmesi, İslami mantık ve usul ilmini geliştirmesidir. Bu sebeple dönemin kelâmı, felsefi bir metafizik olmaktan çok bir usûli’d-dîn ilmidir. Bu çerçevede naklî ve aklî delillerden oluşan özgün bir istidlal yöntemi benimsenmiş, kıyasu’l-gâib ale’ş-şâhid, sebr ve taksim, inikâsu edille gibi istidlâl vasıtaları kullanılmıştır. [3] Bu çalışmada klasik dönemde yani mütekaddimun döneminde Mâturidî ve Eş‘arî kelamcılarının yöntemi üzerinde durulacaktır.

1.     DELİL

Mütekaddimun döneminde delil genellikle sözlük anlamında alınmış, genelde zaruri bilginin dışında kalan bilgilere ulaştıran yöntem/mürşid olarak kabul edilmiştir. Bir başka ifade ile delil, zorunlu olarak öğrenilmesi mümkün olmayan bir başkasının bilgisine götüren şey olarak anlaşılmıştır. Bu dönemde istidlâl ile nazar aynı anlama gelen kavramlar olarak kullanılmıştır. Mâturîdî ekolün büyük âlimlerinden Ebu’l Mu’in en-Nesefi, Tabsıratü’l Edille adlı eserinde delil kavramını kulanmış fakat tanımlamamıştır. Nesefi eserindeki kimi tartışmalarda delil, istidlâl, nazar, ispat gibi kavramları, kullanmaktadır. Eserindeki ifadelerinden anlaşıldığı üzere Nesefi, delil kavramını, cedel esnasındaki kanıt anlamında kullanmaktadır. Mâturîdîyye âlimlerinden Nureddin es-Sâbûnî delili şöyle tanımlamaktadır: “Delil kelime anlamı olarak, mürşit, rehber, kılavuzdur. Terim olarak ise, bir şey hakkında müspet veya menfi bir hüküm vermeye götüren şeydir. Yani hüccettir”[4]

Eş’ari ekolünün büyük kelâmcılarından Bâkıllânî’ye göre delil duyulara gizli olanın ve zorunlu olarak bilinmeyenin bilgisine ulaştıran yol göstericidir. Delil emarelerden oluşturulan, imalar ve işaretlerden bize ulaşan, duyular ve zorunlu bilgi ile elde edemediğimiz bilgilere ulaşmamızı sağlayan şeydir. Bâkıllânî bu nedenle bir topluluğa kılavuzluk yapan kişiye delil denildiğini söyler.[5]

Bilinmeyene ve hakikate ulaşmak için “nazar” ve “istidlal” adıyla bir düşünce tarzı geliştiren kelamcılar, bunu uygularken kesbî diye nitelendirdikleri bilgiyi elde etme gayesiyle kullandıkları vasıtaya “delil” demişlerdir.[6]

Kelâm âlimleri delili çeşitli bakımlardan tasnif etmişlerdir. Buna göre delil ihtiva ettiği bilginin kaynağı açısından ikiye ayrılır.

Akli Delil: Bütün öncülleri akla dayanan delildir. Mantıkçılar, öncülleri kesin bilgilerden oluşan aklî delillere burhan, meşhûrât veya müsellemâttan oluşanlara cedel, zanniyyât veya makbûlâttan oluşanlara hatâbe, vehmiyyâttan oluşanlara da safsata veya mugalata adını verirler.[7]

Nakli Delil: Bütün öncülleri nakle dayanan delildir. Sübûtu, özellikle İslâm’ın ilk dönemlerinde işitmeye bağlı olduğundan “sem‘î delil” diye anıldığı gibi “lafzî delil” diye de adlandırılır. Kur’an’ın naklî delil oluşunda âlimler arasında herhangi bir ihtilâf yoktur. Tevâtür derecesinde sabit olmaları sebebiyle zaruri ilim ifade eden hadislerin de delil olarak kabul edilmesi hususunda ittifak vardır. Tevâtür derecesine ulaşmamış (âhâd) hadislere gelince, Eş‘ariyye ve Mâtürîdiyye âlimlerinin çoğu, âhâd derecesinde de olsa değişik rivayet yollarıyla doğrulukları sabit olmuş hadisleri, Kur’an’ın ruhuna ve genel telakkisine aykırı düşmemek şartıyla akaidin delilleri arasında kabul etmişlerdir.[8]

2.     KIYASU’L-GÂİB ALE’Ş-ŞÂHİD

Fıkıhta, hükmü bilinen bir husustan hareketle hakkında izahat verilmeyen bir konunun hükmünü belirleyebilmek için "kıyas" yöntemi kullanılmıştır. Fıkıh kitaplarında geniş bir şekilde izah edilen bu konu aralarındaki ortak bir illet veya benzerlik dikkate alınmış ve hükmü bilinmeyen hususa bu benzerlik veya illet durumu dikkate alınarak diğerine tatbik edilmiştir. Fıkıh’ta "kıyas" olarak kullanılan bu yöntem kelam ilminde "kıyasu'l-ğaib ala'ş-şahid" şeklinde ifade edilmiştir.[9]

Kelamcılar, 'kıyas' kavramını kullanmak istememişlerdir. Bunun yerine daha ziyade 'istidlal' (akıl yürütme/çıkarsama) terimini kullanmaya çalışmışlardır5. Bu bağlamda "gaibin şahide kıyas edilmesi" yerine "şahide dayanarak gaibi istidlal etmek (çıkarsamak)" formunu, birincisi dini, diğeri ise epistemolojik olan iki mülahazadan dolayı tercih etmişlerdir. Dini açıdan, kelamcılar, 'teşbih' ifade ettiği için "kıyas" kavramını kullanmaktan sakınmışlardır. "gaip" Allah, "şahid" de insan veya tabiat olunca "gaibin şahide kıyas edilmesi" düşüncesi," Allah'ın insana benzetilmesi" ifadesine denk olacaktır. Kelam ilminin en önemli hedeflerinden birisi bilindiği gibi Allah'ın mahlûkatına her türlü benzeyişten tenzih edilmesi olduğundan dolayı bu kavramı diğer alanlarda kullanıldığı şekliyle kullanmak istememişlerdir.

Eş‘ari (324/935), Kitabu'l-luma’da Allah'ın ilim sıfatını ispat için bu metodu kullanmıştır. Ona göre âlim olan herkes ilim sahibidir. Bunu müşahede ile biliyoruz. Allah' da âlimdir. Öyleyse O da ilim sahibidir. Ancak Eş'ari Allah'ın fiileri konusunda bu metodun kullanılmasını uygun görmez. Mu'tezile'nin "sefehin faili sefihtir" sözlerini tenkit ederken bu konuya değinir ve fiiller konusunda bu metodun kullanılması durumunda Allah'a yakışmayacak özelliklerin ortaya çıkacağını söyler ve bu mahzurlardan kurtulmak için bu yöntemin fiil alanında kullanılmaması gerektiğini vurgular.[10]

Ebu Mansur Matüridî (ö. 333/944), "şahidin gaibe delaleti" türleri konusunda kelamcıların ihtilafına işaret etmektedir. Bu konudaki tartışmalar, akıl yürütmenin akide alanında ortaya çıkardığı problemlerden kaynaklanmaktadır. Çünkü bazı kelamcılara göre, şahid benzerine delalet eder. Zira şahid, görünmeyenin (gaip) aslıdır ve asıl da fer'inden farklı olamaz." Buna ilave olarak, şahid gaibin bilinme yoludur ve bunun dayanağı da "bir şeyin benzerine kıyasıdır."[11]

Ebu'l-Muin en-Nesefi (ö. 508/1114), ilahi zat ve sıfatların değerlendirilmesi ve bunların anlaşılması konusunda kıyasu'l-ğaib ala'ş-şahid yönteminin kullanıldığına dikkat çekmektedir. Allah Teala'nın, kadir, âlim, semi' ve diğer sıfatlarının olduğu kabul edildiğine göre, bunların insana ait özelliklerden tamamen farklı olduğu kesin ise de insan tarafından zikredilen bu ifadelerin anlaşılabilmesi için zorunlu olarak bu sıfatlar kullanılmıştır.[12]

3.     SEBR ve TAKSİM

Sözlükte “incelemek, denemek, tahmin etmek, ölçüp takdir etmek” anlamlarına gelen sebr ile “parçalara, kısımlara ayırmak” mânasına gelen taksîm kelimelerinden oluşan sebr ve taksim, terim olarak bir konuda muhtemel seçenekleri belirleyip (hasr) ardından birer birer eleyerek (hazf) tek bir seçenek bırakma yöntemini ifade eder. Meselâ, “Âlem ya hâdis veya kadîmdir; kadîm olmadığı ispat edildiğinde zorunlu olarak hâdis olduğu anlaşılır” denilir. Cessâs, Bâkıllânî, Ebü’l-Hüseyin el-Basrî ve İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî gibi usulcülere göre aslın muallel olduğunda ittifak bulunuyorsa sebr ve taksim isabetli bir metottur; hatta bu durumda Bâkıllânî onu en isabetli metot sayar. Gazzâlî’ye göre asıl hakkında böyle bir ittifak bulunmasa da sebr ve taksim isabetli bir metottur.[13]

4.     MÜTEKADDİMUN DÖNEMİ EŞ‘ARÎ VE MATURİDİ METODOLOJİSİNE GENEL BİR BAKIŞ

Eş‘arî mezhebi, delil olarak naklî ve aklî delilleri kullanmakta ve görüşlerini bu temele dayandırmaktadır. Onlara göre naklî deliller kitap, sünnet, icmâ, kıyas, sahabe, tâbiîn ve ehl-i hadîs ekolünden gelen rivâyetler ve Ahmed b. Hanbel’in görüşleri şeklinde sıralanmaktadır. Fakat bir görüşün istidlali sırasında söz konusu sıralamada farklılıklar arz edebilmektedir. Eş‘arî’ye göre Kur’an, teolojik delillerin ilk sırasında yer alsa da kimi eserlerinde hadisleri daha önce zikretmektedir. Bunun sebebinin, söz konusu eserin yazılış amacı olduğu noktasında yorumlar bulunmaktadır. Eş‘arî’nin Selefî metodolojide olduğu gibi, icmâyı da delil olarak kullandığı görülmektedir. Özellikle selefin görüşleri açıklanırken "onlar icma ettiler" şeklinde ifadeler mevcuttur. Bununla birlikte kıyas da kitap ve sünnette bir delil bulunmadığında başvurulan en önemli metodolojilerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.[14]

Eş‘arî’nin ortaya attığı görüşlerde genellikle dini nassların literal anlamlarının ölçüt alındığı görülmektedir. Eşari'nin hakikat ve mecaz anlayışını açıklayan İbn Fürek, Eş‘arî’de sözlerin gerçek anlamlarının asıl olduğunu, mecazın ise tali olduğunu ifade ederek, mecazın akıl, vahiy veya ona ilişen bir hal ile bilinebileceğini ifade etmektedir. Allah'ın ahirette görülmesi konusunda delil olarak kullandığı "Rablerine bakarlar" ifadesinin Allah'ı gözle görmek şeklindeki zahiri anlamı kabul edilmekte ve Mutezilenin onların Allah'ın sevabını beklediği şeklindeki yorumu bu yönteme dayalı olarak reddedilmektedir.[15]

Ayrıca Eş‘arî’ye göre Allah Araplara kendi dilleri ile hitap etmiştir. Bu nedenle bir kelimenin veya cümlenin anlamı o dönemin dil şartları çerçevesinde incelenmelidir. Dolayısıyla vahyin doğru anlaşılabilmesi için öncelikle söz konusu kelimelerin de doğru anlaşılması gerekmektedir. Eş‘arî bu bağlamda semantik yöntemi de kullanmaktadır. Bir diğer husus, Eş‘arî’nin Platon’da olduğu gibi diyalektik yöntemi yani cedeli kullanmasıdır. Eşari'nin teolojisinde muhaliflerinin görüşlerinin olumsuzlanması, kendi görüşlerinin açıklanmasından ve kanıtlanıp ortaya konmasından önce gelmektedir. Eş‘arî'nin eserlerinde etkili bir diyalektik yöntem kullandığı görülmektedir.[16]

Sisteminde Eş‘ariyye’ye nisbetle daha akılcı ve yoğun bir kelâm yöntemi geliştiren Mâtürîdiyye, modern araştırmacılarca Mu‘tezile’ye daha yakın görülür. İmam Maturidî, Usul-i din konularında nakle bağlı kalarak aklî açıklamalara geniş yer vermiş, selef ve Mu‘tezile metodlarının iyi taraflarını alıp ehl-i sünnet hudutları içinde kalacak yeni bir kelam metodu geliştirmişti. Ona göre dinin kendisiyle anlaşılıp bilinebileceği iki esas nakil ve akıldır. Nakil dini bilgilerin kaynağıdır. Akıl ise kendisiyle ilahi bilgilerin anlaşıldığı ve vahyin özümsendiği araçtır. Yine Maturidî’ye göre insanı bilgiye ulaştıran kaynaklar, duyu organları, sadık haberler ve akıldır. Bilgiye ulaşabilmek için bunların hiçbirinden müstağni kalınamaz.

Diğer yandan Maturidî, özellikle inanç konularının kapsamı, ele alınış biçimi ve yöntemi bakımından Ebû Hanîfe’den oldukça istifade etmiş, kendi görüşlerini onun fikirleriyle temellendirmeye çalışmıştır. Nitekim Maturidî’nin eserlerinde “Ebû Hanîfe dedi ki” gibi ifadelerle onun görüşlerini dayanak yaptığı görülmektedir. Maturidî, Ebû Hanîfe’nin itikada dair temel görüşlerini yeniden yorumlamış ve kendi fikirlerini de bu görüşler üzerine bina etmiştir. Bunun yanı sıra Mâturidî, genelde İslam düşüncesinin özelde kelam ilminin muhteva, yöntem ve uslup bakımında zenginleşmesinde çok önemli katkılarda bulunmuştur.[17]

İslam inanç sisteminin savunulması ve doğru anlaşılması hususunda Kelam ilminin gerekliğini ifade eden Maturidî’nin kullandığı en önemli yöntemlerden biri, Eş‘arî’de olduğu gibi cedeldir. Maturidî’yi kelam ilminde önemli kılan bir diğer husus da onun akıl ve nakil dengesini iyi kurması ve arasında ifrat ve tefrite düşmeden akla ve nakle gerekli önemi vermesidir.

SONUÇ

Eş‘arî ekolünün hem metot hem de itikadî görüş açısından en çok yaklaştığı ve en az tenkidine uğradığı mezhep Mâtürîdiyye’dir. Temel görüşlerinde birbirine çok yakın bulunan Eş‘ariyye ile Mâtürîdiyye arasında nakille aklı uzlaştırıp akla önem atfetme ve buna bağlı olarak varılan sonuçlar bakımından bazı farklı görüşler mevcuttur. İki mezhep arasında teferruat olarak görülen bu farklılıkları Ebû Saîd el-Hâdimî yetmiş üç, Mestçizâde Abdullah Efendi elli altı, Şeyhzâde Abdürrahîm kırk, Muhammed Abduh otuz, İzmirli İsmâil Hakkı on beş, İbn Kemal on iki noktada toplamıştır. Bunların büyük bir kısmının lafız ihtilâfından ibaret olduğu, esasa ait ihtilâfların birkaç meseleyi aşmadığı kabul edilmiştir (DİA, Eş‘ariyye). Sisteminde Eş‘ariyye’ye nisbetle daha akılcı ve yoğun bir kelâm yöntemi geliştiren Mâtürîdiyye, modern araştırmacılarca Mu‘tezile’ye daha yakın görülür. Mâtürîdiyye âlimlerinin kendilerine en yakın buldukları kelâm mektebi ise bazı görüşlerini eleştirdikleri Eş‘ariyye’dir. Tarihî süreçte bu iki ekole mensup âlimler de birbirlerini ayrı birer Sünnî kelâm okulu olarak görmüşlerdir. Bunun ötesinde Eş‘ariyye’ye bağlı bazı kelâmcıların çeşitli konularda Mâtürîdiyye’nin, Mâtürîdiyye’ye bağlı bazı kelâmcıların da yer yer Eş‘ariyye’nin görüşlerini benimsemesi iki ekolün yakınlığı ile irtibatlıdır.

 

Eş‘arî ve Matüridî kelamcıları yöntem olarak, klasik dönemde naklî ve aklî delillerden oluşan özgün bir istidlal yöntemini benimsemiş, kıyasu’l-gâib ale’ş-şâhid, sebr ve taksim, inikâsu edille gibi istidlâl vasıtalarını kullanmıştır

Mütekaddimin kelamının en belirgin özelliği, klasik mantık ve felsefeden uzak durarak son tahlilde özü Kur'an'da bulunan bir akılcılıkla İslami ilkeleri temellendirmesi, İslami mantık ve usul ilmini geliştirmesidir. Bu sebeple dönemin kelâmı, felsefi bir metafizik olmaktan çok bir usûli’d-dîn ilmi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ömer Faruk Kavuncu

KAYNAKÇA

Başoğlu, Tuncay, “Sebr ve Taksim”, DİA, XXXVI, 255-256.

Er, Enes, Eş’ariliğin Doğuşu ve İlk Dönem Eş’arilerde İlahi Sıfatlar Meselesi (yüksek lisans tezi), On Dokuz Mayıs Üniversitesi SBE, 2015.

Erkol, Ahmet, “Kelam İlminde Kıyasu’l-Gaib Ala’ş-Şahid Metodunun Kullanımı”, EKEV Akademi Dergisi, XX, s. 157-176.

el-Harpûtî, Abdullatif, Kelâm İlmine Giriş (nşr. Fikret Karaman), Çelik Yayınevi: 2016, İstanbul.

Özervarlı, M. Sait, Kelamda Yenilik Arayışları, İSAM: 2019, İstanbul.

Şahin, Hüseyin, “Kelamcılara Göre Delil ve Delil Türleri”, Kelam Araştırmaları, 13 (1), s. 439 - 456.

Şık, İsmail, “Eş‘arinin Kelam Metodu”, Dini Araştırmalar, VIII, 219-244.

Yavuz, Yusuf Şevki, “Delil”, DİA, IX, 136-138.

__________, “Kelam”, DİA, XXV, 196-203.

__________, “Eşariyye”, DİA, IV, 447-455.

 



[1] Er, Enes, Eş’ariliğin Doğuşu ve İlk Dönem Eş’arilerde İlahi Sıfatlar Meselesi (yüksek lisans tezi), On Dokuz Mayıs Üniversitesi SBE, 2015, s. 16.

[2] el-Harpûtî, Abdullatif, Kelâm İlmine Giriş (nşr. Fikret Karaman), Çelik Yayınevi: 2016, İstanbul, s. 19.

[3] Yavuz, Yusuf Şevki, “Kelam”, DİA, XXV, 200.

[4] Şahin, Hüseyin, “Kelamcılara Göre Delil ve Delil Türleri”, Kelam Araştırmaları, 13 (1), s. 456.

[5] Şahin, a.g.e., s. 456.

[6] Özervarlı, M. Sait, Kelamda Yenilik Arayışları, İSAM: 2019, İstanbul, s. 25.

[7] Yavuz, “Delil”, DİA, IX, s. 137.

[8] Yavuz, a.g.e., s. 138.

[9] Erkol, Ahmet, “Kelam İlminde Kıyasu’l-Gaib Ala’ş-Şahid Metodunun Kullanımı”, EKEV Akademi Dergisi, XX, s. 163.

[10] A.g.e., s. 168.

[11] A.g.e., s. 171.

[12] A.g.e., s. 172.

[13] Başoğlu, Tuncay, “Sebr ve Taksim”, DİA, XXXVI, 255.

[14] Şık, İsmail, “Eş‘arinin Kelam Metodu”, Dini Araştırmalar, VIII, 222-224.

[15] A.g.e., s. 224.

[16] Yavuz, “Eşariyye”, DİA, IV, 447-455.

[17] Yavuz, “Maturidiyye”, DİA, XXVIII, 165-175.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Netflix'te Fasih Arapça Çizgi Film Önerileri

SOCIAL DILEMMA - SOSYAL İKİLEM BELGESELİNDEN NOTLAR (BELGESEL ÖNERİSİ)