MAKALE DEĞERLENDİRMESİ: NANO GELENEKTEN MİKRO GELENEĞE
Makale Değerlendirmesi: Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, “At Gözlüklerini
Çıkararak Nebevi Sünnete Bakmak: Nano Gelenekten Mikro Geleneğe – Bir Kitap
Üzerine Notlar”, İlahiyat Akademi Dergisi, s. 7-8 (2018), syf. 83-131.
Mehmet Hayri Kırbaşoğlu tarafından kaleme alınan bu makalede
editörlü olarak telif edilen The Sunnah and Its Status in Islamic Law – The
Search for a Sound Hadith [1]
başlıklı kitabın değerlendirmesine ve kısa özetine yer verilmiştir. Bu eser
bir giriş ve on makaleden oluşmaktadır. Tarihi seyir içerisinde farklı
anlayışlar çerçevesinde hadisin İslam hukukundaki yerine dair bir araştırma
ortaya koymayı hedefleyen bu kitap, Malikilik ve İmamiyye üzerine herhangi bir
değerlendirme yapılmamasından dolayı Kırbaşoğlu tarafından eksik kalmış olarak
görülmektedir. Kırbaşoğlu, sırasıyla her bir makaleyi kendi başlığı altında
değerlendirmiş ve her başlık altında da ilgili makalenin özetini vermek
suretiyle tenkide tabi tutmuştur. Makalenin bütününde olmasa da yer yer yaptığı
müdahalelerin bazen ilgili makalelerin içeriğinden ayırt edilememesinden dolayı
okuyucu tarafından zorluk çekildiği görülmektedir. Bu değerlendirmede makale
yazarının usulü çerçevesinde oluşturulan başlıklara riayet edilerek akış
oluşturulacaktır. Bu makaleyi yazan Mehmet Hayri Kırbaşoğlu’nun
değerlendirmelerine yer verilirken kendisinden “Kırbaşoğlu” şeklinde
bahsedilecektir.
Giriş: Sünnet ve İslam Hukukundaki Statüsü – Sahih Hadis Arayışı –
(Adis Duderija)
Kitabın hemen hemen bütününde hâkim olan sünnetin zaman içerisinde,
özellikle ilk üç asır zarfında sözlü ya da uygulama olarak formüle edildiği
anlayışı, bu bölümün de başında zikredilmektedir. Yine yazarın iddiasına göre
hukuki, dini, siyasi ve sosyal ihtiyaçlardan ve Abbasilerin kitleler nezdindeki
“sünnetin hamisi” anlayışından hareketle ilk hicri asır sona ermeden
Peygamberimizin hayatına dair bilgiler dökümente edilmeye başlanmıştır. Yine
yazar bu dönemi ve müteakip asrı “sünnetin hadisleşmesi” süreci olarak
adlandırmaktadır. Buna göre, ilk iki asrın ilk dönemlerinde hadise bağlılık
derecesi düşükken zaman içerisinde hadise verilen önem artmış ve sünnetin sözlü
olmayan yönleri “âhad sahih hadisler” olarak sözlü şekle büründürülmüştür.
Ehl-i hadise göre sünnetin yegane ve eksiksiz kaynağı hadislerdir. Ehl-i hadis,
re’y veya bir yorum karşısında zayıf da olsa muhakkak hadisi tercih etmektedir.
Fıkıh bağlamında Hanefiler, ehl-i re’ye daha yakınken, ehl-i hadisin
yaklaşımının devamı olarak da Hanbeliler zikredilmektedir. Ehl-i hadise göre
gerçek sünnetin ihyası, yine ehl-i hadis tarafından belirlenmiş olan sahih
hadislere bağlanmaktan geçmektedir. Zamanla sünnet/hadis Kur’an’ın
anlaşılmasında ve usul-i fıkıhta meşru bir araç halini almıştır.
1.
Siret ve Tarih Kitaplarının Analizine Dayalı Olarak İslam’ın İlk Üç
Asrında Sünnet Kavramı (Nicolet Boekhodd – van der Voort)
Nicolet, İslam ulemasının sünnetin gelecek nesillere aktarımında
sözlü ve yazılı gelenek yanında, İslam toplumunun da bilhassa uygulamalar
konusunda bir ravi gibi aktarım aracı işlevi olduğuna dikkat çekmektedir. Meir
Brawmann’a göre sünnetin ihdası bizzat Hz. Peygamber tarafından
gerçekleştirilmektedir. Schaht’ın iddia ettiği gibi sünnet sonraki nesiller
tarafından ihdas edilmemiştir. Patricia Crone ve Martin Hinds de Schacht’ın
görüşüne katılmakla birlikte sünnet kavramının İslam öncesine dayandığını ifade
etmektedirler. Ancak üçü de sonraki dönemlerde oratay çıkan dini normatif
davranışların yegâne kaynağının Hz. Peygamber olduğu görüşünde değillerdir. Makalede
sünnetin kavramlaşma süreci üzerinde de durulmaktadır. Yazara göre sünnetin
fıkhın bağımsız bir kaynağı haline gelmesi hicrî ikinci asrın ortalarını
bulmaktadır. Hatta sünnet kavramını ilk defa konuşmalarında kullanan halife
Mehdi’dir. Kırbaşoğlu’nun ifade ettiğine göre Nicolet, bu araştırmayı yaparken
sünnet ifadesinin kullanımına dair ilk üç asırda telif edilmiş siyer ve meğazi
kaynaklarına müracaat ederek nicel bir yaklaşım sergilemiştir. Buna göre sünnet
kavramı tarih kaynaklarına göre siret kaynaklarında pek az kullanılmaktadır. Bu
kavramın en çok kullanıldığı eser olarak ise et-Taberî’nin et-Târîh’i
zikredilmektedir.
2.
Usûlu’s-Sünne: Ehl-i hadise göre İslami Ortodoksi ve Ortapraski
(Ahmet Temel)
Bu bölümün yazarı olan Ahmet Temel, Kırbaşoğlu tarafından Türkçe
bilmesine rağmen ülkemizdeki kaynakların taranmamasından dolayı tenkide tabi
tutulmaktadır. Zira ülkemizde makale başlığı ile ilgili birçok çalışma
gerçekleştirilmiştir. Bu yüzden bu makalenin eksik kaldığını ifade etmektedir.
3.
Mu’tezili Düşüncede Sünnet Kavramı (Usman Ghani)
Makalenin yazarı Ghani, Mu’tezile’nin sünnet kavramı noktasında tek
bir anlayış sergilediğini söylemenin zor olduğunu belirtmektedir. Çünkü
Mu’tezile ortaya çıkışından klasik döneme kadar birçok kayma yaşamıştır.
Yazara göre muhatapları güçlü bir şekilde ikna edebilmek için ilk
tutarlı epistemolojik kuralları Mu’tezile vaz etmiştir. Yine farklı akımlardaki
farklı usullerin bir sonucu olarak Mu’tezile de Eş’ari, Matüridi ve ehl-i
hadise göre farklı bir paradigma oluşturmuştur. Mu’tezile’ye göre Allah ve
kainat hakkında bilgi edinebilmenin üç yolu duyular, nakil/haber ve akıldır.
Yine yazara göre ilk dönem Mu’tezilileri Peygamber’in sünneti konusunda,
kavramı neredeyse reddetme eğilimindedirler. Öylesine şartlar ileri
sürmüşlerdir ki hadislerin pek azı kabule şayan görülmektedir. Ancak
kanaatimizce Mu’tezililerin ortaya koydukları bu prensipler hadisi/sünneti
reddetme eğiliminden ziyade güvenilir bilgiye ulaşma çabasıdır.
Yazar, mütevatir terimine Ramhurmuzi ve el-Hakim’in eserlerinde pek
rastlanmadığını bu kavramın İbnu’s-Salah’ın eserlerinde ise geniş olarak ele
alındığını ifade etmektedir. Ancak bu bir tenkit olarak düşünülecek olursa,
haber konusunun hadisçilerin gündeminde olmadığının normalliğini ifade etmek
gerekir. Zira bu konu mantıkçıların veya Kelamcıların konusudur. Sonraki
dönemlerde ise haber konusunun gündem edilmesi bir ihtiyaçtan öte gelmektedir.
Yazar teşekkül döneminde Mu’tezile’nin hadis karşısındaki tutumunu
üç pozisyona ayırmaktadır. Birincisi hadisleri aktarma, ikincisi sadece
mütevatirleri kabul etme, üçüncüsü ise rivayetlerin tümü karşısında polemik
aracı olduğu için şüpheci konumda olmaktır.
Kırbaşoğlu, yer yer yazarın çeşitli bilgi hatalarının makalede
görüldüğünü ifade etmektedir. Ebu’l-Hüseyn el-Basrî’nin vefat tarihinin yanlış
verilmesi Kabul el-Ahbar isminin yanlış yazılması gibi örnekler verilebilir.
4.
Hadisin Sünnetleşmesi (veya Sünnileşmesi), Sünnetin Hadisleşmesi
(Aişe Y. Musa)
Aişe Musa’ya göre sünni literatürün hacminin genişliği, sünnetin
kaynağı olarak Hz. Peygamber’in üstünlüğünü göstermesi açısından fevkalade
önemlidir. Yine Aişe Musa’nın hadis koleksiyonlarında sıkça sünnet kavramının
kullanılmasına dair açıklaması diğer makalelerdeki ifadelerle ters düşmektedir.
Özellikle Nicolet’in sadece siyer/meğazi kaynakları ile iktifa etmesi bu yanlış
anlayışın müsebbibidir.
Kırbaşoğlu, yer yer Aişe Musa’yı tenkit etmektedir. Bunlardan
birisi, Aişe Musa’nın ehl-i hadis ile ehl-i sünneti karıştırmasıdır. Yine
müsned tarzının musannef tarzından önce geliştiği iddiası, bu iki türün de
birbirine yakın dönemlerde ve iç içe olmasından dolayı yersiz görülmektedir.
5.
İbadi Ekolünde Sünnet Kavramı (Ersilia Francesca)
Kitabın hemen hemen tamamında dikkatleri çeken sünnetin
hadisleşmesi iddiası burada da karşımıza çıkmaktadır. Yine Ersilia Francesca’ya
göre İbadiler ile sünniler arasıbda özellikle hicri beşinci ve altıncı
asırlarda sünnet anlayışı açısından bir farklılık görülmemektedir. Yazar,
İbadilerin ilk dönem Haricilerin devamı iddiasının bizzat İbadiler tarafından
reddedildiğini ifade etmektedir. Ancak yazarın İbadiler için yaşayan fıkıh
mezheplerinin en eskilerinden biri olduğu iddiası dikkat çekicidir.
İbadi ekolünün kurucu imamı Cabir b. Zeyd’e göre sünnet, Hz.
Peygamber kadar sahabe sözlerini/görüşlerini de içine alan geniş bir kavramdır.
İbadilerin hadis koleksiyonu oluşturma yönündeki ilk adımıları Ebû Ubeyde’nin
halefi er-Rabî‘ tarafından atılmıştır. Hicri üçüncü yüzyıldan sonra İbadilik,
usul-i fıkha yönelmiş ve kaynakların güvenilirliği konusundaki tartışmalar
dâhil olmuştur. Aynı dönemde Ebu’l-Münzîr’in Kitâbu’r-rasf adlı eserinde
kaynaklar Kur’an, sünnet ve İbadi geleneği olarak sınırlandırılmıştır. Sonraki
dönemlerde İbadilerin İslam dünyasının ücra bölgelerine çekilmesi ile birlikte
kapalı bir gelenek haline dönüştükleri görülmektedir.
6.
Erken ve Ortaçağ Hanefiliğinde Sünnet Kavramı (Ali Altaf Mian)
Bu makale, Kırbaşoğlu’nun en çok müdahil olduğu ve çeşitli
tenkitler sıraladığı bölüm olarak dikkatleri çekmektedir. Kırbaşoğlu’na göre
yazar, daha girişte çeşitli ifadelerle tartışmalara yol açmaktadır. Yazar giriş
kısmında Hanefilerin sünneti dini hayatta oturmuş uygulamalar olarak telakki
ettiklerini ifade ederken ilerleyen sayfalarda Medine’de hâkim olan toplumsal
sünnet anlayışını sınırladıklarını söylemektedir. Bu çelişki Kırbaşoğlu’nun
dikkatini çekmektedir. Öte yandan yazarın Hanefilere göre sünnetin gayri metluv
kategorisinde saydıkları iddiasını ise temellendirmesi bir diğer tartışmalı
ifadedir.
“Hanefilerin Üçlü Otoritesi” başlığı altında zikredilenlerden
hareketle, bu üçlü otoritenin ne olduğu net olarak anlaşılmamaktadır. Bu
kapalılığın yazardan mı yoksa Kırbaşoğlu’ndan mı kaynaklandığı hususunda
Kırbaşoğlu görüşü daha ağırlık kazanmaktadır. Zira bu başlık altında sıkça
ifade edilen “üçlü otorite” kavramının ne olduğu kısaca aktarılmalıydı. Ancak
tahminimizce Hanefilerin üçlü otoritesinden kasıt üç büyük imamı Ebû Hanîfe,
Ebû Yusuf ve Muhammed eş-Şeybânî’dir.
Hanefilere göre Hz. Peygamber’e kesin olarak ulaşan bilgi
kaynakları Kur’an, sünnet ve icmâdan ibarettir. İlerleyen dönemlerde Hanefi
usulcülerinin hadis ve sünnet kelimelerini birbirinin yerine kullandıkları
görülmektedir. Hatta sünnet kavramı içerisinde sahabe görüşlerine de yer
vermektedirler. Bu durum bize Hanefi usulcülerinin sünnet kavramına daha geniş
bir epistemolojik ve metodolojik çerçeve kazandırdığını göstermektedir.
Bununla beraber iman ve amel alanında sağlam delillere dayanma
arzusu onların ahad haberlerin zan ifade etmesinden dolayı şer‘î deliller
sıralamasında ahad haberi aşağıya çektikleri görülmektedir. Onlara göre ahad
haberler, sahabe kabilleri, kıyas, istihsan ve örf zanni bilgi ifade
etmektedir.
7.
Erken Dönem Şafii Mezhebinde Sünnet Kavramı (Gavin Picken)
Yazar bu başlık altında Şafii mezhebinde sünnet konusunu ele
almakta, temel olarak hadis temelli fıkhî yaklaşıma sahip olduklarından
bahsetmektedir. Ayrıca makale boyunda tartışmalı bir konu olan eş-Şâfiî’nin
usul-i fıkhın kurucu babası olduğu iddiasını sıkça tekrarlamaktadır. Bir diğer
tartışmalı iddia ise bütün fıkhi mezheplerin dört kaynak (Kur’an, sünnet, icma,
kıyas) üzerinde hem fikir oldukları yönündedir.
Yazar girişin ardından İmam eş-Şafiî’nin hayatından bahsetmekte ve
eş-Şâfiî’nin “beyan teorisi” üzerinde durmaktadır. Bu başlık altından yer yer
Kırbaşoğlu’nun tenkitleri dikkatleri çekmektedir. Örneğin yazar, İmam
eş-Şâfiî’ye göre Kur’an ve sünnetin asla birbirine ters düşmeyeceği iddiasına
yer vermektedir. Kırbaşoğlu ise burada “ikisinin de vahiy ürünü olduğunu iddia
eden eş-Şâfiî, sünnet deyince Hz. Peygamber dönemine gidip, o dönemi esas aarak
mı değerlendirme yapmaktadır, yoksa kendinin bulunduğu yerden ve zamandan mı
yapmaktadır?” sorusunu sormaktadır. Bu sorunun ardından çeşitli sorular
sıralayarak, kendi penceresinden bir takım cevaplar vermeye devam etmektedir.
Yazara göre İmam eş-Şafiî hadise rakip olarak gördüğü şeylerle
hesaplaşmakta ve ilk olarak kendi hocası İmam Malik’in Medinelilerin tatbikatı
anlayışını tenkide tabi tutmaktadır. Zira bu usul hadis rivayetlerini tehlikeye
atacaktır. Yine İmam eş-Şafiî’nin bir diğer uygulaması ise çelişkili rivayetler
karşısında ne gibi prensiplere sahip olunması gerektiğine dair ortaya
koyduklarıdır.
Bu başlık altında dikkat çeken en önemli husus, yazar Şafii
mezhebinde sünnet kavramını işleyecekken sadece İmam eş-Şafiî’yi ve iki
talebesini ölçüt almaktadır.
8.
Gelenekten Kurumsallaşmaya: Erken Hanbelilikte Sünnet (Hâris b.
Ramlî)
Hâris b. Ramlî, bu başlık altında Hanbeli fıkıh geleneğinde sünnet
kavramını ve onun sıhhat dereceleriyle Kur’an karşısındaki pozisyonun
incelemektedir. Yazara göre Hanbeliler, re’y temelli fıkıh yerine tamamen metin
temelli bir fıkıh anlayışı bina etmek istemişlerdir. Giriş kısmında bir takım
oryantalistlerin Ahmed b. Hanbel ve Hanbeliler’e dair görüşlerini sıraladıktan
sonra Melchert’in ehl-i hadis ile ehl-i re’y arasındaki çatlağın halku’l-kur’ân
meselesinden sonra ortaya çıktığı görüşüne yer vermektedir.
Yazara göre Kur’an’ın ilgili hükmünü beyan eden bir sünnet
olmadıkça, doğrudan Kur’an ile amel etmenin caiz olup olmadığına dair farklı
görüşler aynı anda Ahmed b. Hanbel’e izafe edilmektedir. Ahmed b. Hanbel genel
olarak “sünnet Kur’an’ın manalarını açıklar, sünnet Kur’an’ı açıklar”
görüşündedir. Yine ona göre Kur’an sünneti nesh edebilir.
Hanbeliler de diğer mezhepler gibi mütevatirin kesin bilgi ifade
ettiği konusunda hemfikirlerdir. Zayıf hadis konusunda ise daha güçlü bir delil
olmadığı takdirde zayıf hadislerle amel edilebileceği görüşündedirler. Ayrıca
Ahmed b. Hanbel, fezail ve terğib-terhib konusundaki rivayetlerde müteşeddid
davranmamaktadır. Ancak helal ve haramla ilgili rivayetlerde sıkı
davranmaktadır.
9.
Zahirî Mezhebinde Sünnet (Amr Osman)
Zahiri mezhebi yaşayan bir mezhep değildir. Ancak yazar bu
makalesinde Zahirilik açısından ve onların usul-i fıkıh perspektifinden sünnet
kavramını ele almaktadır. Yazara göre Zahirilik geleneğinin hadis alanına ciddi
bir katkısı yoktur. Ayrıca bu geleneğe mensup alimler arasında da ortak bir
paradigma bulunmamaktadır. Ancak İbn Hazm, mezhebin görüşlerini belirli bir
sistematiğe oturtmuştur. Buna göre şu hususlar ön plana çıkmaktadır:
· Şerî bir hüküm tesis etmek için sadece dini nasslar referans
alınır.
· Aksine bir delil olmadıkça emir ve nehiyler vucuba delalet eder.
· Peygamber’in fiilleri, aynı konuda sözlü bir hadis olmadıkça
bağlayıcı değildir.
· Aynı zamanda Peygamber’in fiilleri dinen ve şer’an bağlayıcı
olmayığ tavsiye niteliğindedir.
İbn Hazm’a göre sünnet, söz, fiil ve takrirdir. Birincisi vücubiyet
bildirir. İkincisi tavsiyedir. Üçüncüsü ise sadece mübahlık bildirir. Kur’an’da
açık bir beyan olmadığı için Peygamber’in fiilleri bağlayıcı değildir. Yine İbn
Hazm’a göre Malikiler, Zahirilerin hasımlarıdır. Hadislerin sahih olması için
“sema”a delalet eden lafızlar kullanılmış olmalıdır.
Ancak birkaç hususu dile getirmekte fayda vardır. Öncelikle
Zahirilik, literalizm demek değildir. Onlar için önemli olan kesinlik
arayışıdır.
10.
Modernist Müslüman Düşüncede, Kur’an Karşısında Yasal Otorite
Kaynakları Olarak Sünnet ve Hadisin Göreceli Durumu (Adis Duderija)
Bu bölümde Cavid Gamidi, Fazlurrahman, Muhammed Şahrur ve Gulam
Perviz’in sünnet anlayışlarına yer verilmiştir.
Cavid Gamidi, Pakistan dini düşüncesinin sıkı bir eleştirmenidir.
Cemaati İslami’de faaliyet gösterirken 1977’de bir takım görüş ayrılıklarından
dolayı ihraç edildi. Gamidi, sünneti ibadetler alanı, sosyal alan, beslenme
alanı ve adab-ı muşaret alanı olmak üzere dört alt birime ayırır. Ona göre
sünnet ahad haberle değil, sahabenin icması ve teavatüren nakledilmesi ile
sabit olur. Sünnet hadisten bağımsızdır. Hadisin sünnet olabilmesi için bir
takı kriterler vardır:
· Sadece dini niteliktel ve günlük hayatla ilgili konularda söz
konusudur. İnanç, ideoloji, tarih gibi konular sünnetin kapsamı dışındadır.
· Kur’an’ın koyduğu ve Peygamber’in uyguladığı hükümler sünnet
değildir.
· Sadece Peygamber’in beşeri yönüyle ilgili konularda sünnet söz
konusu olabilir.
Fazlurrahman ise sünnet ve hadisle ilgili görüşleri nedeniyle
gelenekçilerin tepkisini çeken bir âlimdir. Onun bu alana dair en sistematik
eseri “Islamic Methodology in History”dir. O sünneti genel olarak ahlaki
kurallar sistemi olarak tanımlar. Zira ona göre sünnet, yorumlamaya ve
uyarlamaya açık bir kavramdır. Hz. Peygamber’in re’y ve içtihadının yanı sıra
sahabilerin icmasını da içermektedir. Fıkhi nitelikteki uygulamalar kesin ve
bağlayıcı değildir.
Muhammed Şahrur, hadis merkezli sünnet anlayışının Kur’an’ı devre dışı
bıraktığını söyler. O sünneti kökten reddetmemekle beraber özel şartlara bağlı
olduğunu ifade eder. Lahorlu ilim adamı Gulam Perviz ise dinin yegâne kaynağı
olarak Kur’an’ı görmekte, Kur’an’ın hadise muhtaç olduğu görüşünü
reddetmektedir. Ona göre Peygamber’e itaat Kur’an’a itaatten geçer.
Kırbaşoğlu bu değerlendirmesini “Bir Dilek ve Temenni” başlığı ile
bitirmektedir. Özet olarak at gözlüklerini çıkarmak suretiyle farklı
gelenekleri farketmemiz gerektiğini ve bu gibi çalışmaların tercüme edilerek ülkemize
kazandırılması arzusunu dile getirmektedir.
Kırbaşoğlu tarafından değerlendirmeye tutulan bu eserde en çok
dikkat çeken özellik, Kırbaşoğlu’nun da ifade ettiği üzere Malikilik ve Şia
üzerine herhangi bir çalışma eklenmemesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun
yanında makaleler, Kırbaşoğlu tarafından özetlenmiştir. Kırbaşoğlu, yer yer
kendi değerlendirmelerine yer verse de bazen bu sözlerin makalenin yazarına mı
yoksa Kırbaşoğlu’na mı ait olduğu tam olarak kestirilememektedir. Ayrıca
Kırbaşoğlu kimi makalelere müdahalede bulunmamıştır. En çok müdahalede bulunma
ihtiyacı hissettiği makale ile “Erken ve Ortaçağ Hanefiliğinde Sünnet Kavramı”
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu tür kitapların tercüme edilmek suretiyle literatürümüze
kazandırılması gerektiği gibi, ilgili kitapların kendi süzgecimizden
geçirilerek tenkit edilmesi lazım olan bir durumdur. Zira bu tür çalışmalarla
birlikte meselelere kendi perspektifimizden bakma imkanı da beraberinde
gelecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder